Avrupa’yı gezmeye başlamış herkesin planlarında mutlaka yer alan Berlin’e kültür ve tarih, yeme içme ve gece hayatı, veya yalnızca akraba ziyareti amaçlı gitseniz bile mutlaka kendinize göre bir şeyler bulup tekrar gelmenin hayallerini kuruyorsunuz. Şehrin en güzel yönlerinden biriyse tek kuruş harcamadan gezebileceğiniz birbirinden harika yerlere sahip olması 🙂 İşte bu yazımda sizlere ucuz Berlin tatili için yardımcı olarak Berlin’de ücretsiz gezilecek yerler listesi hazırladım.
Öncelikle Berlin’e yalnızca cafelerde takılıp gece gündüz devam eden çılgın partilerinde ‘uçmak’ için gidecek olsanız bile şehri ve etrafınızdaki geçmişten günümüze uzanan şeyleri anlamıyor olmanızın yazık olacağını hatırlatayım. Öyle olmaması için basit bir anlatımla hazırladığım BERLİN DUVARI HAKKINDA HER ŞEY yazımı okumanızı mutlaka tavsiye ediyorum, ortaokuldaki tarih derslerinde uyumuş olanlar dahi araya sıkıştırdığım ilginç hikayeleri sevecekler bence.
Şimdi Berlin’deki görülecek yerleri konumlarına göre sıralı halde anlatmaya başlıyorum. Berlin gezisi için en az 3 gün gibi bir süre gerekli olduğundan ben de 3 grup yaptım. Vaktinizin çoğunu geçireceğiniz Mitte ve Friedrichshain-Kreuzberg bölgeleri birbirlerine yakın olduklarından siz başka sırayla da gezebilirsiniz, eğer öyle yaparsanız yardımcı olsun diye her bir yer için toplu taşımayla en yakın durakları da belirttim.
BİRİNCİ GRUP (Mitte bölgesi)
Mitte kelimesinin Almanca’da ‘orta’ anlamına gelmesinden belli olacağı üzere burası Berlin’in en merkezi konumu ve Mitte bölgesinde konaklamak Berlin’i gezmenizi kolaylaştıracaktır. Berlin Mitte bölgesindeki otelleri, fiyat ve yorumlarını görüp booking.com üzerinden rezervasyon yapmak için tıklayın.
Reichstag – Bundestag (German Parlament Building)
Berlin fotoğraflarındaki cam kubbeli muhteşem bir binayı büyük ihtimalle görmüşsünüzdür, işte o bina Alman parlamento binası Reichstag oluyor. Binanın ne olduğunu birazdan anlatacağım ama önce en önemli bilgiyle başlayayım; Reichstag binası için sağlanan rehberli tur ve/veya cam kubbe gezisi şeklinde harika bir hizmet var ve tamamen ücretsiz!
Ben Berlin’e ilk gidişimde bu hizmeti ciddiye almamış ve bütün Alman arkadaşlarımın uyarısına rağmen gezi için randevu alma işini son dakikaya bırakmıştım. Tabii ki her saat tamamen dolu olduğu için yer bulamamıştım ama ikinci gezimde İngilizce rehberli tur artı cam kubbe turuna yer buldum ve bence kaçırılmaması gereken bir şeydi.
Siz de benim gibi bu güzel ücretsiz hizmetten faydalanmak isterseniz Deutscher Bundestag resmi web sitesinden “Guided tours followed by a visit to the dome” seçeneğini işaretleyerek rezervasyon yapmalısınız, umarım istediğiniz tarihler için yer bulursunuz. Eğer 90 dakikalık rehberli parlamento binası gezisi ilginizi çekmiyorsa, yabancı diliniz yoksa veya yer bulamadıysanız o zaman biraz daha küçük kapsamlı olan “Visit to the dome” seçeneğini de kontrol edebilirsiniz. Sanırım bu seçenekte rehberli anlatım yerine audioguide veriliyor ve Türkçesi de varmış diye duydum.
Randevu almayı başarırsanız sayfada yazılan her şeyi okuduğunuz ve rezervasyon çıktınızı yanınıza aldığınızdan emin olun, sonra da randevu saatinizden biraz daha erken binaya varın, güvenlikten filan geçtiğiniz için vakit alıyor ve randevunuza geç kalmamanız gerekli.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
Reichstag binasına U55 hattının Bundestag durağında inerek ulaşabilirsiniz.
Binanın günümüzde Alman parlamento binası olmasının ötesinde tarihine kısaca bakalım ki neden burası için bazen Bundestag ve bazen Reichstag denildiğini de anlatmış olayım (gidince durak isimlerinde ve haritalarda her iki ismi de görebilir/duyabilirsiniz, hatta bazen benim bu bölümün başlığı için yaptığım gibi aralarına tire konulmuş halde ikisini birden).
Orijinal binanın yapımı 1894 yılında tamamlanmış, o kadar modern bir tasarım için henüz çok erken olan meşhur cam kubbe ilk binanın tasarımında elbette yokmuş. Almanya tabii o zamanlar bölünmüş bir imparatorluk halinde ve bina da Alman İmparatorluğu’nun yönetim binası olarak kullanıldığı için o zamanki ismi Reichstag imiş, yani İmparatorluk Binası (Reich = imperial = imparatorluk).
1933’te binada yangın çıkmış ve bu yangın da bahane edilerek Hitler’in Almanya’da yönetime el koyduğu süre boyunca bina hiç kullanılmamış. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde Sovyet ordusu Almanya’yı ele geçirdiklerinin sembolü olarak Reichstag binasını da işgal etmiş, benim gibi rehberli tura katılabilirseniz Sovyet askerlerinin binanın iç duvarlarına kiril albesiyle yazdıkları “Vladimir was here – 1945” modundaki vandalizm örneklerini görebiliyorsunuz (o günlerin anısına bu duvar yazıları orijinal haliyle saklanmış).
Savaş sonrası Berlin Duvarı ile ikiye bölünen Berlin’de Reichstag binası Batı sınırları içinde ama doğuya çok yakın kalmış, Batı Almanya’nın yönetim merkezi de Bonn’a taşınınca harabe halinden biraz restorasyonla kurtarılmış ama yine yönetim için kullanılmamış. 1990 yılında Berlin Duvarı yıkılıp Almanya birleşince yeniden parlamento binası olarak kullanılması fikri ortaya çıkmış ve bir süre sonra bu fikir gerçeğe dünüşünce de artık imparatorluk filan kalmadığı için ismi Bundestag yani federal-birleşmiş Almanya’nın parlamentosu olmuş. Yani binanın eski ismi Reichstag ve yeni ismi Bundestag gibi düşünebilirsiniz.
Meşhur cam kubbeye gelince, yapımı 1999 yılında tamamlanmış ve çok fotojenik olmasının dışında cam yapısının güneş enerjisini kullanması gibi fonksiyonel ve aşağı doğru inen spiralin parlamento açık oturum salonuna gün ışığını vererek ‘demokrasinin ışığı bizi aydınlatır’ gibi sembolik anlamlar katması da önemli. Dome’a çıktığınızda harika bir Berlin manzarası sizi bekliyor, gün batımı saatine denk gelirseniz daha da çok keyif alacağınız kesin.
Brandenburger Tor (Brandenburg Gate)
Berlin ve Almanya’nın ötesinde Avrupa’nın simge yapılarından olan Brandenburg Kapısı 18. yüzyılda neoklasik mimari ile yapılmış. Ortasındaki yapıya baktığımızda her iki yüzünde 6şar olmak üzere toplam 12 sütundan oluşuyor, tepesindeki atlı savaş arabasını ise zafer tanrıçası Victoria sürüyor.
Almanya’nın bölünmüş durumda olduğu İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yıllarda Berlin Duvarı yıkılana kadar Brandenburger Kapısı’ndan geçişler de yasakmış ve kapının önündeki Pariser Platz isimli cadde özgürlik adına yapılan büyük protestolara sahne olmuş. Günümüzde ise araç trafiğine kapalı olan yer özellikle yılbaşı ve dünya kupası gibi özel zamanlarda Almanların kutlamalar için bir araya geldiği meydan konumunda.
Berlin’de mutlaka görülmesi gereken yerler arasında bulunan ve “Ben şu an Berlin’deyim!” ispatı olan fotoğraflardan çekilecek Brandenburger Tor’a yürüyerek gelmediyseniz U55, S1, S2, S25, S26 hatlarının Brandenburger Tor durağında inerek ulaşabilirsiniz.
Brandenburger Tor’un bir ucu az önce anlattığım Reichstag’a uzanırken (5 dakikalık yürüyüş mesafesi) diğer ucu şimdi anlatacağım yere gidiyor.
Denkmal für die ermordeten Juden Europas (Memorial to the Murdered Jews of Europe)
Upuzun ismini görünce “Bu da ne neymiş böyle” diye tereddüt etmeyin hemen, hani Berlin’deki meşhur kutu kutu bloklar var ya onlardan bahsediyorum. Berlin Holocaust Memorial olarak da geçen yerin Almanya’nın geçmişine uzanan karanlık bir anlamı var, çünkü bu bloklar aslında birer anıt: Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı.
Holokost veya orijinal haliyle holocaust sözcüğü Yunanca ‘bütün’ anlamına gelen ‘holos’ ve ‘yanık’ anlamına gelen ‘kaustos’ kelimelerinin maalesef ki Nazi Almanyasında Yahudiler için biraraya gelerek insanlık tarihinin en acı olaylarından biri olan Yahudi soykırımını ortaya çıkarmasına deniyor.
Anıt, Naziler tarafından katledilen yaklaşık 6 milyon Yahudi’nin anısına 2005 yılında yapılmış. Peki niye böyle dikdörtgen bloklar halinde yapılmış ve aslında pek de anıt gibi görünmüyor derseniz, mimarı Yahudi asıllı Amerikalı Peter Eisenman anıtı her türlü levha, ithaf ve dini sembolden arındırarak bu dramın anonim kalmasını ve tüm insanlığa ait olmasını hedeflemiş.
Dikdörtgen blokların her biri tahmin edebileceğiniz üzere birer tabutu simgeliyor, her bir blokun benzer ve gri göründüğü halde diğerinden farklı boyutta olması ise katledilen her bir Yahudi’nin Nazi kamplarında bütün kişisel renkleri elinden alınıp ‘gri’ bir tek tip haline getirildiği halde aslında farklı birer birey olduğunu.
Bazı blokların bitirilmemiş olması bu dramın asla unutulmayıp insanlık var oldukça devam edeceğini ve aynı zamanda Yahudi topluluğunun katledilen eksik bireyleri nedeniyle bir daha asla tamam olamayacağını simgelerken, blokların arasında labirente düşüp nereye gideceğini bilmeden gezen ziyaretçilerin de toplama kamplarındaki Yahudilerin yaşadığı ‘kaybolmuşluk’ duygusuna benzer bir duyguyu paylaşması düşünülmüş.
Anıtın ortasına doğru ilerledikçe yerin eğimi hafif aşağıya gidiyor ve bloklar yükseliyor, artık bloklar haricinde hiçbir şey göremiyorsunuz. İşte Nazi kamplarındaki Yahudiler de dışarıdaki güzel hayatla bağlantılarını aynen böyle kaybetmişler..
Yaa, altı üstü mermer blok diye düşünmüştünüz ama altından nasıl bir hikaye ve ne güçlü anlamlar çıktı. Blokların anlamını düşündüğünüzde bölgede aşırı mutlu veya bloklara tırmanıp şirinlik yapan klasik turist pozları çekilmeseniz bence iyi olur. Berlin’in her noktasının kaderi olan sprey boyalar ve graffitilerden bu anıtların nasibini almaması için özel bir tabakayla kaplandıklarını da ek bilgi olarak not düşeyim.
Yahudi Anıtı’na Brandenburger Kapısı’ndan 6-7 dakikalık bir yürüyüşle ulaşabilirsiniz.
Potsdamer Platz
Yahudi Anıtı’ndan 10 dk kadar yürüdüğünüzde üzerinizdeki tüm kasvetli havayı atabileceğiniz cıvıl cıvıl bir meydana varacaksınız, işte burası orası.
Berlin’in en işlek caddelerinden olan Potsdamer Platz, 1900lü yılların başlarında Avrupa’nın önemli kültürel ve ticari merkezlerinden biriymiş, hatta Avrupa’daki ilk trafik ışığı uygulamasının hayata geçirildiği yermiş.
İkinci Dünya Savaşı’nda bombalanarak dümdüz edilmiş ve sonra Berlin Duvarı tarafından ikiye ayrılınca atıl hale gelmiş. Neyse ki 1990 yılında duvar yıkılarak Almanya birleşince unutulan meydan yeniden yapılandırılarak bugünkü capcanlı haline kavuşmuş. Berlin’in önemli etkinliklerinden biri olan Berlin International Film Festival (Berlin Film Festivali) de Potsdamer Platz’ta yapılıyor.
Biraz turlayıp ilginizi çeken mağaza ve cafelere baktıktan sonra Potsdamer Platz’taki en ünlü yer olan Sony Center’a geçebilirsiniz.
Sony Center
Berlin’in her türlü badireyi atlatmış tarihi yüzüne kısa bir ara verip modern yüzüyle kaynaşmak için doğru yerdesiniz, bunu zaten Sony Center’ın camlı yüksek binasını görür görmez anlayacaksınız. İçindeki IMAX sinema, Starbucks, cafe restoran, türlü mağazalar, iş merkezi gibi olanaklarla biz Türklerin gayet iyi bildiği ‘alışveriş ve yaşam’ konsepti sunan eğlence kompleksi 2000 yılında Sony tarafından yapılmış.
Özellikle benim gibi hayatının büyük kısmını İstanbul’da geçirip bu tür ‘modern’ tasarımları her gün görenler için fazla etkileyici olduğunu düşünmüyorum ama gelmişken Berlin’in önemli merkezlerinden biri olduğu için görmek lazım. Kubbesinde şık restoranlar varmış ilgilenenler araştırabilir. Akşam gelirseniz ışıklandırılmış halini de beğenebilirsiniz.
Potsdamer Platz ve Sony Center’a doğrudan gelecekseniz Sbahn’ın meydanla aynı isimli durağında (Potsdamer Platz) inmeniz yeterli olacak.
Unter den Linden
Anlamı ‘Ihlamur ağaçlarının altında’ olan bir cadde, çok sempatik değil mi? 🙂 Brandenburg Kapısı’nı arkanıza alıp yürümeye başladığınızda geçeceğiniz cafe ve restoranlarla hareketli olan caddede balmumu müzesi Madame Tussauds Berlin, çok katlı kitapçı dükkanı Dussmann das KulturKaufHaus, Humbolt Üniversitesi, opera binası Berlin Staatsoper, 1993 yılında savaş ve diktatörlük mağdurları anısına yapılan Neue Wache anıtı (opera binası gibi sütunlu ve üçgen çatılı) gibi birçok ilgi çekici yerin önünden geçerek Spree Nehri’nin kollarından birine ve köprüyü geçince de Müzeler Adası’na ulaşıyorsunuz.
Brandenburger Tor’dan itibaren nehre kadar caddenin uzunluğu yaklaşık 1.5 km. Benim bu yazıda anlattığım sırayı takip edip Potsdamer Platz civarından gelecekseniz otobüsle birkaç durak giderek Unter den Linden Caddesi’ne varabilirsiniz.
Museumsinsel (Müzeler Adası)
Spree Nehri Berlin’in orta yerinde iki kola ayrılıp sonra tekrar birleşince iki kolun arasında kalan adacık Müzeler Adası olmuş. Pergamon Museum (Bergama Müzesi) içlerindeki en ilginci olmak üzere 5 müzenin bulunduğu adacık çok önemli eserlere ev sahipliği yapıyor, ancak müzelere giriş biletli olduğundan Berlin’deki ücretsiz yerleri anlattığım bu yazıda detaylandırmayacağım.
Müzelere ek olarak Berliner Schloss (Berlin Palace – Berlin Kent Sarayı) ve Berliner Dom (Berlin Cathedral – Berlin Katedrali) Müzeler Adası’nda gözünüze çarpan binalar olacak.
Berliner Fernsehturm (Television Tower)
Berlin siluetinde önemli bir yeri olan Televizyon Kulesi’ni Berlin’e geldiğiniz andan itibaren zaten şehrin her köşesinden görüyorsunuz. Yüksekliği 368 metre olan kule 1969 yılında Doğu Almanya tarafından komünist sistemin üstünlüğünü gösteren bir sembol olması için yapılmış. Şimdilerde ise seyir terasıyla manzara noktası ve pahalı restoranlarıyla romantik akşam yemeği mekanı olarak kullanılıyor. Girmek isterseniz Televizyon Kulesi bilet fiyatları manzara terası ve restoran rezervasyonu için farklılaşıyormuş, 16 Euro civarından başlıyor.
İçindeki herhangi bir yere girmeyecekseniz önüne kadar gitmenize elbette gerek yok, ama bir sonraki yere ulaşmak için kulenin yakınından geçeceğiniz kesin.
Alexanderplatz
Berlin’in en işlek noktalarından birinin Potsdamer Platz olduğunu öğrenmiştik, şimdi ise diğer ünlü meydana geldik.
Alexanderplatz, Berlinlilerin kendisinden bahsederken sanki yakın bir arkadaşlarından bahsediyor gibi ‘Alex’ dedikleri yer ve tüm Berlin’in buluşma noktası diyebiliriz, yani Berlin gezilecek yerler arasında dolanırken yolunuzun buradan geçmemesi imkansız. Sokak tezgahları, cafe restoranlar, alışveriş yerleri gibi birçok seçeneğe ek olarak meydanda dikkatinizi çeken en önemli şey yuvarlak bir platformun üzerinde dönen sayılar ve şehir isimlerinin yazdığı metal olacak.
Kendisi -bildiniz- bir saat ve ismi Weltzeituhr (Urania World Clock). Her bir rakama denk gelen şehir isimleri o an o şehirde saatin kaç olduğunu gösteriyor. Televizyon Kulesi gibi Dünya Saati de 1969 yılında Doğu Berlin tarafından yaptırılmış. Doğu tarafındakilerin başka yere geçmesinin yasak olduğunu düşününce, elbette dünyadaki birçok şehrin isimlerini ve oradaki başka bir zaman diliminde yaşanan başka hayatların olduğunu bu saat sayesinde tekrar tekrar görmek yerel halka ne kadar kapatılmış bir yerde yaşadıklarını hatırlatmış ve bu nedenle özgürlüğün simgesi olmuş.
Alexanderplatz’ta elektronik marketi gezmeyi sevenler Saturn, yurt dışında ucuz alışveriş arayanlar Primark, kozmetik ve bio ürün arayanlar DM, avm gezmek isteyenler Kaufhof, kahveci olsun soluklanalım diyenler kahve zinciri Einstein Kaffee’ye uğrayabilirler, herkesin kendi zevkine göre bir şey bulacağı kesin.
‘Alex’e gitmek için Müzeler Adası’ndan 6 – 7 dakika yürüyebilir veya başka yerden doğrudan gidecekseniz birçok hattın kesişim noktasındaki Alexanderplatz metro durağında inebilirsiniz.
İKİNCİ GRUP (Friedrichshain-Kreuzberg & Tempelhof – Schöneberg bölgeleri)
Aşağıda detaylandıracağım gezilecek yerlere ek olarak en çok cafe restoran ve Berlin’in en meşhur gece kulüplerinin bazıları Friedrichshain-Kreuzberg’te bulunuyor. O yüzden hem gezilecek yerlere hem cafe restoran clublara yakın olayım diyenler bu bölgede konaklamayı tercih edebilir. Friedrichshain-Kreuzberg bölgesindeki otelleri, fiyat ve yorumlarını görüp booking.com üzerinden rezervasyon yapmak için tıklayın.
East Side Gallery
Berlin Duvarı’nın 1989 yılında karar alınıp yıkılmasından sonra sembolik olarak kalan bu 1.4 kmlik kısmını sanatçılar çeşitli resimlerle renklendirip dünyanın en büyük açık hava galerisi haline getirmişler.
Duvarın isminin ‘Doğu Yakası Galerisi’ olması dikkatinizden kaçmamalı, çünkü duvarın Doğu Almanya tarafı hatırlarsanız insanların içeri tıkılıp kaldığı ve Batı Almanya’ya geçmelerinin yasak olduğu kısımdı (Hatırlarsanız diyorum çünkü Berlin Duvarı yazımı okumuş olduğunuzu varsayıyorum 🙂 ) O yüzden duvarın yıkılması üzerine doğuya yapılan duvar resimleri de o dönemde Doğu Almanya’daki insanların en çok ihtiyaç duyduğu özgürlük ve insan hakları temaları üzerine yoğunlaşmış haliyle.
Yüzden fazla eser içinde en meşhuru elbette öpüşen adamlar. Berlin Duvarı yazımda detaylarını anlattığım için burada tekrar bu adamların kim olduğuna girmeyeyim.
East Side Gallery’ye birçok S ve Ubahn hattının kesişiminde olan Warschauer Strasse durağında inerek ulaşabilirsiniz. Berlin’in şimdiye kadar Avrupalı ve modern yerlerini gezdiyseniz buraya geldiğinizde ufak bir şok geçirmemeniz için önden uyarayım; yerler çöp içinde, etrafta uçmuş tipler geziyor ve dilenciler bile artık para için değil ot ve hap için dileniyor. Çünkü Friedrichshain ve Kreuzberg’e geldiniz 🙂
YAAM – Young and African Arts Market
Berlin’in salaş ama eğlenceli yönünü en güzel yansıtan yerlerden biri olan YAAM (garip Türkçe karşılığıyla Genç ve Afrikalı Sanat Marketi) ister bir şeyler atıştırmak, ister yeni insanlarla tanışmak, ister Spree nehri kenarında gün batımını izlemek, ister müzik dinlemek veya isterseniz sadece rengarenk hareketli bir yeri görmek için bile Berlin gezisi sırasında mutlaka uğramanız gereken yerler arasında.
Afrika ve Karayip kültürlerinin YAAM’da baskın olduğunu daha ilk anda önünüze çıkan yiyecek arabalarından (food truck) anlıyorsunuz. Merdivenlerde oturmak bir seçenek olduğu gibi ilerleyip sokak sanatı örneklerini inceleyebilir ve ‘beach club’ veya parti alanına doğru geçebilirsiniz. Ortamı biraz tekinsiz bulup “Burada ne partisi olacakmış” diye önyargılı yaklaşmayın çok eğlenceli olduğu söyleniyor. Ben gitmedim ama siz düşünürseniz şuradan etkinlik takvimini kontrol edip bilet alabilirsiniz.
Berlin’e özellikle güzel bir havada geldiyseniz alın içeceğinizi kurulun buradaki nehir manzaralı bir noktaya. Belki birlikte gezmeye geldiğiniz sevdiklerinizle belki hiç tanımadığınız ama bir anda sanki hep tanışıyormuş kadar samimi gelen yanınızdaki kişilerle havadan sudan sohbetinize devam ederken içeceğinizi yudumlayın. Önünüzde akıp giden insanları izleyip Spree Nehri’nin üzerinde günün nasıl battığına şahit olurken “Berlin çok keyifli bir yermiş bee” diye gülümseyeceğinize bahse girerim. “Neden Türkiye böyle rahat değil ki?” konusuna fazla takılmamaya çalışın tabii, onu sonra düşünürsünüz 🙂
YAAM’a East Side Gallery’den kısa bir yürüyüşle varabileceğiniz gibi doğrudan gelecekseniz Sbahn’ın Berlin Ostbahnhof durağını kullanabilirsiniz.
East Side Gallery ve YAAM Friedrichshain-Kreuzberg bölgesinin Spree Nehri’nin doğusunda olan Friedrichshain bölgesindeydiler. Şimdi nehrin diğer tarafı olan Kreuzberg’e geçiyoruz.
Checkpoint Charlie
Özensiz bloglardaki gibi ‘sınır kapısı’ deyip bırakayım mı? Bırakmam 🙂 Şöyle; neydi Almanya ikiye ayrıldığında doğudakiler batıya geçemiyordu. İyi tarafta yaşayan batıdakiler ise gerekli durumlarda kontrollü bir şekilde sınır kapılarından doğuya geçebiliyorlardı. İşte Checkpoint Charlie de bu kontrollü şekilde geçişin sağlandığı sınır kapılarından şehrin göbeğinde olduğu için en popüler olanı. Berlin duvarının var olduğu o yıllarda Checkpoint Charlie bürokrat aileleri, müttefik askerleri, üst düzey yöneticiler ve yabancılar gibi özel statülü kişiler tarafından kullanılıyormuş.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitip Batı blok ülkeleriyle (İngiltere-Fransa-Amerika) Doğu blok (Sovyetler) arasında soğuk savaşın başladığı yıllarda durum o kadar gerginmiş ki 1961 yılında Checkpoint Charlie’nin olduğu yerde Amerika ile Sovyetler Birliği askerlerinin 16 saat boyunca karşılıklı bekleyip kimsenin tek bir kurşun atmadığı bile olmuş. O zamanda atılacak tek bir kurşunun Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı olacağı belliymiş ve savaşı yeni atlatmış ülkelerin hiçbiri buna hazır değilmiş haliyle.
Doğu ile Batı’nın en sık karşılaşma noktası olan Checkpoint Charlie’de temsili kapı ve elinde Amerikan bayrağıyla bekleyip fotoğraf çekilmek için para isteyen temsili askerlerin artık neden orada olduklarını sanırım biraz daha iyi anladınız.
Kafanızı çevirdiğinizde kocaman “You are leaving American sector” tabelasını da göreceksiniz. “Artık Amerika’nın alanından çıkarak Doğu tarafına geçiyorsun ve başına geleceklerden sen sorumlusun” gibi bir anlamı olan ve İngilizce-Almanca-Fransızca-Rusça olmak üzere tüm blok ülkelerinin dilinde yazılmış olan ‘uyarı’ tabelası bile tek başına Amerika’nın Sovyet bloğunu nasıl gördüğünü anlatmaya yetiyor. Zaten bu nedenle o tabela soğuk savaşın en önemli sembollerinden biri haline gelmiş, fotoğrafını çekerken anlamını da biliyorsunuz artık.
Checkpoint Charlie, ilk grupta anlattığım Mitte bölgesinin Kreuzberg ile olan sınırında kalıyor. O yüzden U6 hattının Stadtmitte durağından bir sonraki (veya geldiğiniz yöne göre önceki) Kochstrasse durağında inerek erişebilirsiniz.
Lezzet Grill
“Böyle gezilecek yer mi olur ya?” diye şaşırmayın, çünkü artık küçük İstanbul olan Kreuzberg’e geldiniz ve burası da Türkçe olarak Kreuzberg Merkezi yazan tabelanın olduğu yer. “Almanlar güçlü milletti hani, bak başkent Berlin’in göbeğini bizim hemşolar fethetmiş” diye ufak bir gururlanma gelebilir, oluyor öyle 🙂
Başta Türkler olmak üzere birçok milletten insanın bir araya geldiği Kreuzberg’i turlayıp cıvıl cıvıl cafe restoranlarında takılırken Almanya’da olduğunuzu kısa süreliğine unutacaksınız. Kimisi için bu durum ince belli bardakta çayını keyifle yudumlarken “Türküz işte yaa, nasıl sıcacık mahalle ortamı kurmuşuz” diye sempati uyandıran bir durum halini alıyor, kimisi içinse “Bak işte Türkler gelip Berlin’i bile mahvetmişiz, bu sokakların pisliği bu gürültü ne böyle?” diye yadırgama konusu oluyor.
Sizin bakış açınız bu ‘sev ya da nefret et’ seçeneklerinden hangisine yakın olursa olsun Berlin’in bir parçası olan Türk topluluğunu ve onların en yoğun yaşadığı yer olan Kreuzberg’i görmeniz gerektiği kesin.
“Berlin ne kadar Türkleşmiş olabilir ki?” diye hala merak ediyorsanız ve Salı veya Cuma günlerinden birinde Berlin’deyseniz Türkenmarkt isimli pazara da 11:00 – 18:30 saatleri arasında uğrayabilirsiniz. Meyve-sebze gibi taze ürünlere ek olarak el yapımı eşyaların da satıldığı pazara S8 hattının Schönleinstrasse veya U1 hattının Kottbusser Tor durağında inerek ulaşılabilir. Lezzet Grill de aynı şekilde ulaşılıyor, Kottbusser Tor durağı daha yakın.
Mustafa’s Gemüse Kebap
Yine Türklük duygularımızı kabartan şanı şöhreti Almanya sınırlarının bile ötesine taşmış olan dönercimize uğramadan olmaz. Sıradan bir sokak ortası büfesi ve önünde karda kışta bile en az 1 saat kuyruk bekleyen insanları gördüğünüzde “Berlin’in en meşhur dönercisi bu muymuş?” diye bir şaşırma yaşıyorsunuz ama unutmayalım ki Berlin salaş olmaktı, Berlin ucuz ve lezzetli yemek uğruna her şeyi göze almaktı.
“Altı üstü döner, ne beklicem o kadar” ile “Yav bu kadar insan bekliyorsa bir bildikleri vardır” arasında ikilemde kalırken artık hangi fikrin peşinden gideceğiniz size kalmış. Sebzeli tavuk döner (Hähnchen Döner mit Gemüse), Gemüse Kebap (Sebzeli Kebap), dürüm ve vejeteryan dürüm gibi seçeneklerin fiyatları 3 – 4 Euro civarında.
Mustafa’s Gemüse Kebap’a U6 ve U7 hatlarının birinin Mehringdamm durağında inerek kolayca erişilebilir.
Flughafen Tempelhof
Özellikle Almanya’nın birleşmesinden önce büyük bir önemi olan ve Naziler tarafından kullanıldığı için karanlık olaylara da sahne olmuş Tempelhof Havaalanı hakkında 2008 yılında kullanılmaya devam mı edilsin yoksa kapatılsın mı şeklinde fikir ayrılıkları yaşanmış. Kapatılmasını isteyenler şehir merkezine yakın bir alanda gürültü ve çevre kirliliği yaşanmasına ek olarak havaalanının finansal olarak da zarar etmesini gösterirken devam etsin diyenler politikacılar ve iş adamları gibi ayrıcaklı bir kesim için hizmet vermesinin Berlin’in yararına olacağını düşünüyorlarmış.
Aa tanıdık geldi değil mi, bizim kapatılan Atatürk Havaalanı’na benzemiyor mu biraz? Peki sonunda ne olmuş, olayın yaşandığı yer Almanya olduğu için halkın sesine kulak verilmiş ve ayrıcalıklı kesime neden daha fazla ayrıcalık tanıyalım ki diyerek Tempelhof Havaalanı’nın bulunduğu alan gerçek bir ‘millet bahçesi’ haline getirilmiş (otel, avm veya rezidans yapılmamış).
Berlin halkının özellikle hafta sonları bisiklet sürmek, paten kaymak, koşuya çıkmak, festivaller düzenlemek, mangal yapmak (tamam bu kısım ‘Berlinli Türk halkı’ olabilir 🙂 ), köpeklerini gezdirmek, çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmek gibi Avrupalı olmanın keyfini sürdüğü Tempelhof’ta takılırken siz de kendinizi gerçek bir Berlinli gibi hissedeceksiniz. Darısı bizim Atatürk Havalimanı’nın başına…
Bu arada, Berlin’de cami arıyorsanız Berlin Şehitlik Camii (Sehitlik Moschee) gurbetçi vatandaşlarımızın Berlin camisi olarak sıklıkla gittikleri bir yer ve Tempelhof’ta bulunuyor. Berlin’in en güzel camisi olan Şehitlik Camii’ye ibadet veya yalnızca ziyaret için uğrayabilirsiniz. Aynı anda 1500 kişinin ibadet edebileceği büyüklükte olan binada İslam kültürünü tanımak isteyenler için de ücretsiz rehberli turlar düzenleniyor.
U6, S41, S42, S45, S46 hatlarının Tempelhof durağında inerek ulaşabilirsiniz.
ÜÇÜNCÜ GRUP (Batı ve kuzey bölgeler)
Bu grupta anlatacağım yerler, ilk gruptaki orta ve ikinci gruptaki doğu – güney bölgelerin haricinde kalan yerler oluyor, dolayısıyla artık daha büyük bir alanda nokta atışı yapıp ilgili yerlere gidiyorsunuz gibi düşünebilirsiniz. Yani toplu taşımaya bol bol ihtiyacınız olacak.
Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche (Kaiser-Wilhelm Memorial Church)
O zamanki imparator Wilhelm’in doğumgünü şerefine yapılan kilisenin ilk hali 1895’te tamamlanmış. İkinci Dünya Savaşı’nda ağır darbe almaktan kurtulamamış ve savaşın bitimi olan 1945’te tamamen dümdüz hale gelmiş. 1960lı yılların başında ise Batı Berlin tarafından yeniden yaptırılmış. ‘Savaş mağdurları’ adına anı kilisesi olarak geçse de Batı tarafından yaptırıldığı için ‘sosyalizm mağdurları’ diye suçu Doğu’ya yıkmaya çalışan bir yönü de var.
Ücretsiz rehberli turlarına katılmak isterseniz şuradan saatlerine ve diğer bilgilere bakabilirsiniz.
Kaiser Wilhelm Anı Kilisesi’ne gelmek için U1 ve U9 hatlarının birinin Kurfürstendamm durağında inebilirsiniz. Ben içine girmedim ama binasını görmek de yeterli, zaten sonrasında Tiergarten’a doğru devam edersiniz.
Tiergarten
Şimdiye kadar Berlin’in aşırı hareketli ve biraz da keşmekeş haline tanıklık ettiyseniz artık hayatı biraz yavaşlatma ve yeşil rengini artırarak kaliteyi yükseltme vakti geldi, çünkü şehrin en büyük parkına geldik.
New York’un Central Park’ı, Londra’nın Hyde Park’ı veya benim evim Münih’in Englischer Garten’ı neyse Berlin’in Tiergarten’ı da o. Yani güneşli havalarda yayılıp keyif yapma, aile veya arkadaşlarla piknik keyifleri, bisiklet, koşu veya işte artık canınız ne isterse takılabileceğiniz keyifli bir park Tiergarten. Münih’in Berlin’i ‘döven’ yönlerinden biri olarak Englischer Garten kadar büyük değil bu arada 😛
Güneyde Potsdamer Platz ve doğuda Brandenburger Tor gibi Berlin’in önemli noktalarına komşu olması Tiergarten’ı şehir merkezinden kolayca ulaşılabilecek bir nokta haline getiriyor. Ayrıca ilgilenenler için hayvanat bahçesi (Zoo Berlin), akvaryum (Aquarium Berlin) ve bira bahçesi (Cafe am Neuen See), cafe (Cafe Tiergarten) gibi değişik seçenekler bulunuyor.
Tiergarten için aynı isimli bir Sbahn durağı olsa da park çok büyük olduğu için herhangi bir noktasından girip yoruluncaya kadar takılabilirsiniz. Sonrasında çıktığınız noktaya göre rotanıza devam edersiniz. Berlin’e güzel bir havada geldiyseniz buradaki çimlere yayılıp gerçek bir Berlinli gibi takılmanın keyfini çıkarın, şehri keşfetmeye devam etmeniz için böyle temiz havalı bir mola iyi gelecek.
Bu arada, Berlin’in doğusunda bir yerlerde Tierpark diye benzer isimli bir yer daha var ve oradan bahsetmiyorum, bence orası mutlaka görmeniz gereken bir yer değil. İsimleri karıştırıp yanlış yere gitmediğinizden lütfen emin olun, doğrusu Tiergarten.
Gedenkstätte Berliner Mauer (Berlin Wall Memorial)
Berlin Duvarı’nın ismini şimdiye kadar çok duydunuz, peki Berlin’in bu bölünmüş hali nasıldı kendi gözlerinizle görmek ister misiniz? Evetse Berlin Duvarı’nın o günleri hatırlatan ayakta kalmış parçası için yolunuzu buraya düşürün derim.
Berlin Duvarı’nın sadece bildiğimiz bir ‘duvar’ olmadığını ve “İnsanlar bir şekilde altını kazarak veya üstünden atlayarak geçemezler miymiş?” düşüncesinin neden gerçekleşemeyeceğini Berlin Duvarı Anı Binası’na gelince anlıyorsunuz. Yukarı çıkarak karşıdaki bir noktadan duvarı görme imkanı veren binada ayrıca o günlere ait videolar ve o günleri yaşayan insanlarla röportajlar gibi sizi olayın içine çeken ve dramın boyutunu daha iyi anlamanızı sağlayan birçok şey düşünülmüş. Ben gayet başarılı buldum ve öğrendiklerimi aşağıdaki videoda kısaca anlattım.
Ücretsiz olan yerin duvarı karşıdan gösteren alanı Viewing Platform diye geçiyor ve Ptesi 10 – 16, diğer günler 10 – 18 arası açık. Visitor Center denilen yer ise bahsettiğim videoları filan gördüğünüz yer oluyor, Ptesi hariç her gün 10 – 18 saatleri arası açık.
Berlin Wall Memorial’a yürüyerek varmayacağınızı tahmin ediyorum, en yakın gezilecek yerler ile birkaç km mesafesi var. Sbahn’ın Berlin Nordbahnhof durağında inebileceğiniz gibi M10 tramvay hattının Gedenkstätte Berliner Mauer durağını da kullanabilirsiniz.
Mauerpark & Fleamarket at Mauerpark
Berlin Wall Memorial’dan 15 dakika kadar yürüdüğünüzde ‘Duvar Parkı’ ve bit pazarına geliyorsunuz. Duvarın ayakta kalan parçası hizasında yürüdüğünüz için Mauerpark’ın da Berlin’in bölünmüş olduğu yıllarda sınırda yer aldığını ve o yüzden isminin duvar parkı olduğunu tahmin edebilirsiniz. Tabii burası Doğu tarafında yer aldığı için insanların duvarın öbür tarafına geçmeye çalıştıkları bir nokta olduğunu ve bunu önlemek için de büyük terör estirildiğini eklemek lazım.
Neyse ki Mauerpark şimdilerde o kasvetli günlerini tamamen unutarak grafitilerle renklendirilmiş ve yerel halkın keyifle takıldığı yeşil alanlardan biri haline gelmiş (hatırlayalım diğer parkımız Tiergarten idi). Özellikle Pazar günleri son derece kalabalık oluyor çünkü bit pazarı kuruluyor.
Bit pazarı deyince burun kıvırdıysanız kıvırmayın, Almanya’da ikinci el eşyaya bakış açısı Türkiye’dekinden çok farklı ve alışveriş yapanlar yalnızca açlık sınırında yaşayan çok fakir insanlar filan değil. Yani arkadaş ortamlarında kullandığınız herhangi bir şeyi ikinci el aldığınızı söylemeniz son derece normal bir şey. Zaten o yüzden Pazar günleri bit pazarında büyük bir kalabalık oluyor, mutlaka uğrayın.
Bit pazarında gezindikten sonra sokak müzisyenleri ve amfitiyatro alanındaki karaoke ile gününüzü şenlendirmeye devam edebilir, marketten yanınızda getirdiğiniz içecek ve atıştırmalıklarınızla hava güzelse çimlerde takılabilir veya sadece bir banka oturup dinlenirken çevredeki insanları izleyerek vakit geçirebilirsiniz.
Yürüyerek gelmiyorsanız U8 Bernauer Strasse veya Voltastrasse durağında inerek Mauerpark’a ulaşabilirsiniz.
Berlin’de görülmesi gereken yerler listesi fark etmiş olacağınız üzere hayli kabarık, yalnızca ücretsiz olanlarını anlatmak bile ne kadar uzun sürdü. Sırada Berlin müzeleri & sarayları, Berlin’de yeme içme ve elbette Berlin’in çılgın gece hayatı var, hepsini yakında paylaşacağım.
Berlin’de ücretsiz gezilecek yerler yazımı faydalı bulduysanız sosyal medyada paylaşmayı, yeni yazılarımdan haberdar olmak için Hayat ve Seyahat’in aşağıdaki hesaplarını takip etmeyi unutmayın! 🙂
Instagram: hayatveseyahat
YouTube: Hayat ve Seyahat
Facebook: Hayat ve Seyahat
0 Yorum