
2016 yılının sonuna doğru yaklaşırken, geçen sene yaptığım gibi yine yıl özetimi paylaşmak istedim. 2016 yılı benim için Türkiye’den ayrılıp Almanya’da yaşamaya başladığım için hayatımda büyük sayılabilecek bir değişiklikle başladı, dolayısıyla bu sene maalesef gezmek benim için ikinci sırada oldu ve birinci sırada daha çok yeni hayatıma alışmak vardı.
Nelere alışmam ve hangi zorluklarla uğraşmam gerekiyordu taşındığımdan beri? Önce yeni işe başladığım için hemen izin alamamak var tabii. Sonrasında ise tek başıma taşındığım için vaktimi ve paramı yeni gezilerden ziyade eşimi ve ailemi görmek için sürekli Münih-İstanbul hattına yatırmak durumunda kalmam geliyor, çünkü bütçem azalınca pek uzaklara gitmek nasip olamadı. Öyleyse bu yazı ‘çok gezmek’ yazısından çok ‘çeşitli engellere rağmen mümkün olabildiğince gezmek’ yazısı olsun 🙂
2015 yılının özetini 8 Gün İzinle 11 Kez Tatil yazımdan okuyabilirsiniz.
Önce sayılarla ifade edelim:
– 10 kez tatil (en az bir gece konaklamalı)
– 4 yeni ülke (diğerleri önceden gittiğim ülkeler)
– 11 gün yıllık izin (fazla çünkü Almanya’daki tatillerde bir yere gitmeyip Almanya’yı keşfetmeye çalıştım ve 2016’da her ikisi de süper denk gelen Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı burada yok 🙂 )
– 32 gece konaklama (24 gecesini ödedim, 8 gecesi Couchsurfing ile ücretsiz)
– 7 kez Münih – İstanbul gidiş-dönüş uçak bileti
OCAK
17 Ocak’ta Münih’e tek yön biletimi aldım ve Türkiye’deki yerleşik hayatım benim için son buldu. Gelir gelmez ev aramaya başladım ama şans eseri evi çabuk bulunca 1 Şubat’ta işe başlamadan önce arada biraz vaktim oldu. Ben de iki geceliğine Fransa Şarap Yolu olarak bilinen Alsace bölgesine kaçtım. Bu bölgenin en bilinen yerleri olan Colmar, Mulhouse ve Strasburg ile yol üzerindeki şirin kasabalara ek olarak Almanya’nın Freiburg ve İsviçre’nin Basel şehirlerini gezdim. Almanya-İsviçre sınırını ise ‘tramvayla’ geçmek, ülkeler arası serbest dolaşımın dibine vurduğum enteresan bir tecrübe oldu 🙂 Şarap yolu rotası ve köyleri kesinlikle çok güzel, ama hem etraftaki dükkanların açık olması hem de gezi boyunca çekilen fotoğrafların etraftaki yeşil ağaçların güzelliğiyle taçlanması açısından yazın gitmek çok daha iyi olurmuş.
ŞUBAT-MART-NİSAN
Yılın benim için en zorlu dönemleri. Yeni bir ülkedeki yeni işime başladım, her şey önceki hayatımdan çok farklı. Münih’i ve çevresini bolca keşfe çıktım, etrafı gezeyim derken yaşadığım yeri bilmemek sanırım pek iyi olmazdı 🙂 Nisan ayındaki Paskalya tatili için Brüksel’e aldığım bilet ise, Brüksel’de patlama olunca bir gün önce iptal edildi. Son dakikada olunca başka yere bilet alamayıp 4 günlük tatile rağmen lokal takılmaya devam ettim ben de mecburen.
MAYIS
Havalar biraz ısındığına göre kısa bir tatil yapabilirim, 7 yıl aradan sonra ikinci kez Paris‘e gitme vakti. Paris’teki gezilecek yerleri tekrar güzelce turladım, şansıma sıcak ve güneşli bir havaya denk gelmem yorucu geziyi güzelleştiren bir detay oldu. Moulin Rouge şovuna bilet alıp izlemek ise hayatta bir kereliğine yaşanması gereken bir şey olarak herkese kesinlikle tavsiyem 😉
Bir önceki ay uçuşum iptal edildi diye Belçika’yı görmekten vazgeçecek değilim 🙂 Yeniden bilet alıp Paris’ten bir hafta sonra Brugge, Gent, Antwerp ve Brüksel’i kapsayan Belçika gezisi yaptım. Daha önceden bir şekilde ıskalayıp bir türlü gidemediğim Belçika da bu yılın ilk yeni ülkesi olmuş oldu. Paris’in aksine hava çoook soğuktu, her zaman şanslı olamıyor insan 🙂 Üstüne hasta oldum ama ona rağmen bolca Belçika birası içip Belçika waffle’ı yemekle moral bularak gezimi tamamladım. Brugge gerçekten denildiği kadar güzelmiş, Gent’i atlamayın, Antwerp kısaca uğranabilir, Brüksel başkent olduğu halde gezinin en zayıf halkası. Belçika rehberlerini yazana kadar tavsiyelerim kısaca böyle.
HAZİRAN
Havasına suyuna.. Taşına toprağına.. Diyerek yaz sezonunu Türkiye’de açtım. İş yerinde 4 ayım dolduğu için bir gün izin istemeye yüzüm oldu ve Bozcaada‘da yılın ilk denizi güneşi 🙂
Haziran sonlarına doğru benim oralara da nihayet yaz gelince Almanya’nın en güzel şehri kabul edilen Heidelberg‘e gittim. Yaz geldiği filan yokmuş, gezimin ortasında birdenbire çılgın gibi yağmur yağınca işler planladığım gibi gitmedi. Ne demiştik, her zaman şanslı olamıyor insan.
TEMMUZ
Türkiye’de Ramazan Bayramı olunca eşimin tatilinin olmasını değerlendirelim dedik. O bayramın üstüne birkaç gün ekledi, ben de 6 gün komple izin aldım. Baya merak ettiğim ama nasılsa gidilir diye hep ertelediğim Yunan adaları Mykonos, Santorini, Kos‘u gezip Bodrum’dan Münih’e geri döndüm. Mykonos’un plajları ve gece hayatı, Santorini‘nin volkanik yapısıyla meydana gelmiş doğal güzellikleri görülmeye değer. Döner dönmez Yunanistan gezi rehberi bölümünü de oluşturdum 🙂
AĞUSTOS
Almanya’da yaşamaya başladığımdan beri oturum kartım sayesinde Schengen ülkelerinde vize derdi olmadan istediğim gibi takılabiliyorum ama Birleşik Krallık hala bir sorun. O yüzden Birleşik Krallık vizem bitmeden krallığın görmediğim iki ülkesini görme ve İrlanda’ya dördüncü kez gitme vaktim, çünkü Almanya’dan daha soğuk olan bu yerlere kışın gitmek istemiyorum 🙂
Birleşik Krallık kavramının ne olduğu ve nereleri kapsadığını Londra rehberi yazımın sonunda ve İrlanda’nın Birleşik Krallık’ta olmadığı halde onların vizesiyle İrlanda’ya nasıl girileceğini Dublin yazımda açıklamıştım, bu kavramlar kafasında net olmayanlar inceleyebilir.
Yolculuğum Galler‘den başladı, Kuzey İrlanda’ya devam edip çok görmek istediğim milyon yıllık doğal oluşum Giant’s Causeway (Devler Kaldırımı) ve Games of Thrones dizisinin çekildiği yerler dahil olmak üzere planladığımdan daha iyi gezme şansım oldu. Çünkü Couchsurfing’ten bulduğum Londralı ev sahibimin iki gezgin konuğu daha vardı ve toplamda 4 kişi olunca araba kiraladık. Arabayı kullanan ev sahibimiz İngiliz olduğu için soldan akan trafiğe alışkın olması sayesinde hızlıca hareket ettik.

Kuzey İrlanda’da Games of Thrones dizisinin çekildiği yerleri gezdim (Alttaki resim karşılaştırma amaçlı internetten alıntıdır).
Son durağım ise İrlanda‘ydı, evet yine 🙂 Dördüncü gidişim oldu ama bu sefer Dublin‘den ziyade amacım dünyanın belki de en popüler falezleri olan Harry Potter dahil birçok filmin çekildiği Cliffs of Moher‘i görmekti. Yol üstünde uğradığım Galway şehrini de katınca tek yön yaklaşık 4 saat süren bu yorucu yolculuğun en azından değmesi için havanın sisli olmaması lazımdı, olmadı ne mutlu ki.
3 gün yıllık izin kullanarak yaptığım bu gezi, tamamını Couchsurfing’ten konaklayarak karşıladığım ve fast-food ile Tesco marketlerden 3 poundluk yemek (gidenler bilir: Meal Deal) dışında hiçbir şey yemediğim için oldukça ucuza geldi. ‘Pound’ şeklinde ismini duyduğumuzda bile korkup kaçmamız gereken bir para birimi kullanması sebebiyle cep yakan ülkelerde ne kadar ucuza gezileceğine dair bir rekor denemesi yaptım diyebiliriz 🙂 Moda olmadığı, ayrı vize gerektirdiği, güneş pek görmediği, çok pahalı olduğu gibi sebeplerle pek gidilmiyor ama çok çok güzel yerler, rehberlerini ayrıca yazacağım.
Avrupa’nın kısacık yaz tatilinin sonlarına yaklaşırken bir yerlere daha gitmeliyim diye fırsat kolladım, Avusturya denk geldi. Viyana’da Erasmus yaparken gittiğim Salzburg ve gidenlerin anlata anlata bitiremediği Hallstatt şeklinde rotamı yaptım. Şirin keyifli yerler, Hallstatt herkesin dediği gibi ‘kartpostaldan fırlamış’ gibi görünüyor, ama kartpostal karesine dahil olan insanları da birisi fotoşopla kaybetse güzel olurmuş çünkü aşırı kalabalık. Alman arkadaşlarımın hiçbiri yanı başlarındaki bu yerin ismini dahi duymamışken Uzak doğuluların dünyanın öbür ucundan akın akın gelmeleri ise ilginç bir durum.
EYLÜL
Destinasyon yine Paris. Aynı sene içinde iki kere Paris’e gidilir mi, Münih’ten en ucuz uçak bileti oraya olunca gidilir 🙂 Bu sefer yalnızca Disneyland‘da eğlenmek ve Versay Sarayı‘nı görmekti amacım, yani Paris’in dışında olan iki önemli yere uğradım. Paris’e gidip Eyfel Kulesi’ni görmemiş ilk turist olabilirim, birkaç ay önce görmüştüm nasılsa 🙂 Disneyland Paris’e giderken içimdeki çocuğun sesine kulak verip Minnie Mouse kılığına girdim. Çocukluk hayalimdi diyemem, çünkü çocukluğumda hayalim dahi olamayacak kadar uzağımda olan bir şeydi Disneyland. Her şeyin bir zamanı var derler ya, bazen o zaman biraz geç gelebiliyor işte 🙂
Münih’te yaşayınca yılın en beklenen dönemi Eylül sonu ve Ekim başı oluyor, çünkü dünyaca ünlü meşhur festival Oktoberfest bu tarihlerde yapılıyor. Ben Münih’e taşınmadan önce sırf festival için turist olarak gelmiştim, şimdi Münih’in yerlisi olarak Oktoberfest‘e katılmak daha da güzel oldu. Kısa süre önce Münih’te bir saldırı gerçekleştiği için ekstra güvenlik önlemleri ve nispeten düşük katılım vardı. ‘Nispeten düşük katılım’ derken her yerin hala tıklım tıklım olması ama en azından nefes alabilecek kadar boşluğun kalmasından bahsediyorum elbette 🙂 Oktoberfest için özel diktirdiğim Bayveralı kız kıyafetlerim çok beğenildi, mesaj gönderen herkese teşekkürler.
EKİM
Belçika, Galler ve Kuzey İrlanda’dan sonra 2016 yılının benim için son yeni ülkesi Lüksemburg oldu. Aslında Belçika ile birlikte gidebilsem yakın olduklarından pratik olurdu ama izin kullanmak yerine Lüksemburg’u başka bir hafta sonuna sığdırmayı tercih ettim, zaten Münih’ten bir saatlik uçuş mesafesi. Lüksemburg son derece pahalı ‘butik ülke’ olduğu için insanlar genelde orada çalışıp Almanya’nın Trier şehrinde yaşıyorlar, yani pahalı yerden maaş alıp ucuz yerden kira ödemek şeklinde bir çakallık söz konusu. Beni Couchsurfing’ten misafir eden arkadaş da böyle yaptığı için gitmişken Almanya’nın en eski şehri olarak bilinen Trier’i de gezmiş oldum.
2016 yılının gezi sezonunu böylece erken kapattım, yılın son aksiyonu olarak Münih’teki Cadılar Bayramı’na (Halloween) hazırlandım. Disneyland kostümüm gibi gerçek bir hazırlık süreci oldu, çünkü Almanların internetten sipariş işlemleri çok zayıf, veya bana öyle denk geldi. Yanlış veya kötü mal gönderip durdular, sonra da -muhtemelen- Alman kızlarının vücut ölçülerine göre yapılan en küçüğü bile kocaman kıyafetleri kendime uydurma çalışmalarım başladı 🙂
Tüm çabalarım sonrası satanist kukla ve hayalet makyajımla bayramı ‘kutladım’. Cadılar Bayramı sanırım Türkiye’de de kutlanıyor ama Avrupa’da öyle yaygın ki 31 Ekim günü garip kılıklara bürünüp makyajlar yapmak son derece normal. Resimler güzel anı oldu, zaten amaç güzel anılar edinebilmekti.
2016 yılında yaptıklarım ve gezdiklerim temel olarak böyle diyebiliriz, şehir dışına yaptığım günübirlik gezileri katmadım. Görüldüğü üzere Avrupa’da gitmediğim veya uzun zaman geçtiği için tekrar gitmek istediğim yerlere odaklandım, uzaklara açılmadım.
Yazının başında anlattığım yeni işe başlama sebebiyle bir süre izin kullanmama, yaşamaya başladığım yeri keşfetme ve İstanbul uçak biletine sürekli para yatırma şeklindeki üç önemli sebebe ek olarak, çalıştığım şirkette uzun izin kullanmayı normal karşıladıkları için yıllık izinlerimin bir kısmını biriktirmek istemem bunda etkili oldu. Şöyle ki, bu yıldan kalan 13 gün yıllık iznim var. Küçük geziler yapmaya devam edeceğime biraz sabredip senenin değişmesini bekleyeyim, yeniden izin hak edince ikisini birleştirip en az bir ay uzak bir yere gideyim şeklinde karar aldım. Güzel olan ise, bu planımı uygulamaya koymama çok az vakit kalmış olması 🙂 Aklımda bir yerler var ama henüz kesin rota yapmadım, bakalım nereler çıkacak. Yeni yazılarım için takipte kalın.
Facebook: Hayat ve Seyahat
Instagram: hayatveseyahat
Twitter: hayatveseyahat
0 Yorum