
Bütün hayatı öğrencilikten itibaren son derece koşturmacalı geçen biri olarak her zaman “Acaba evde bomboş oturmak nasıl bir şey?” diye merak ederdim. Sonunda merakımı giderebildim; çünkü Almanya’da İş Arama Sürecim ve Sonuç yazısında detaylarını anlattığım üzere ilk defa 2 aylığına hiçbir zorunluluğum olmadan canımın istediğini yapmayı deneyimleme fırsatı buldum.
Türkiye’deki okul sistemi malum; çok küçük yaşlarımızdan itibaren sürekli lise giriş sınavı, üniversite yerleştirme sınavı gibi sınavlara hazırlanıyor ve bunun için okula ek olarak dershane gibi hafta sonunu da tüketen okul benzeri yerlere gidiyoruz. Eve geldiğimizde ise yine test çözmek ve ders çalışmak harici pek bir şey yapmak mümkün olmuyor, çünkü ‘sistem’ öyle emrediyor.
Yani benim üniversiteye kadarki hayatım aşağı yukarı böyle geçti, hep ‘sevdiğim ve istediğim’ şeylerden çok ‘yapmam gereken’ şeyler vardı. Üniversiteye başladığımda ise maddi sebeplerle part-time işlerde çalışmam gerekiyordu ve uyumaya bile zor vakit buluyordum.
Sonra mezun oldum çalışmaya başladım, daha sonra iş değiştirdim, sonunda yeni iş bulup Münih’e taşındım ve bunların hepsi birbirini aralıksız takip etti.
Hiçbir zaman eve gelip televizyon karşısında uyuklayan bir insan da olamadığım için yapmam gereken o şeylerin yanına hep sevdiğim şeyleri eklemek adına çaba gösterdim; dans dersleri aldım, keman çalmayı öğrendim, her zaman düzenli spor yaptım, seyahat planları yapıp gerçekleştirdim, bu blogu kurup geliştirdim gibi. Sonuçta aynı anda binbir tane işle aynı anda uğraşmak yaşam tarzım oldu.
Elbette bu bir şikayet değil, sonuçta kendi tercihim bu yöndeydi. Ama yine de Münih’te iş değiştirirken 2 ay çalışmaya ara verme fırsatı çıkınca kaçırmak istemedim, benim için tam anlamıyla sıradışı bir deneyim olacaktı. Okul veya iş gibi hiçbir zorunlulukla ilgilenmeden neyi istersem onu yapacaktım, bunu düşünmek bile heyecan vericiydi!
Bu 2 ay benim için nasıl mı geçti? Öncelikle çok hızlı geçti.. Her ne kadar “Kesinlikle hiçbir şey yapmıcam, boş boş takılıcam” diye düşünsem de hayat boyu üzerime yapışan ‘kafada her şeyi planlama’ huyumu bir anda yapıştığı yerden söküp atamadım tabii, yapmak istediklerimi planlamaya giriştim hemen. Aşağı yukarı şöyle bir liste çıktı:
- Yiyip içtiklerime biraz dikkat edecektim. Bunun için günün en önemli öğünü olan kahvaltıya odaklanacak ve işe gittiğim zamanlarda her sabah aceleyle yaptığım tost kahvaltısını biraz çeşitlendirecektim.
- Fotoğraf arşivlerimi düzenleyecektim. Bu iş kolay gibi duruyor ama 2018 yılının 66 gününü tatilde geçirdiğimi düşününce, tatilin her gününde onlarca fotoğraf çekmiştim ve onları klasörlere ayırıp fazlalarını silmek, renklerini düzenlemek, tatilde olmadığım günlerdeki iphone fotoğraflarını inceleyip klasörlemek filan derken epeyce yapılacak iş vardı.
- Öncelikle yazmak istediğim blog yazılarını belirleyip bitirecektim.
- İstanbul’a gidip ailemle uzun vakit geçirecektim.
- Uzak ve mümkünse sıcak bir yere tatile gidecektim.
- Taşınacaktım.
Eh, liste kabarık çıkınca öncelikle boş boş takılamayacağım belli oldu. Yani insan alıştığı yoğun düzeni benim gibi seviyorsa bir şekilde onu devam ettirmeyi başarıyormuş 🙂
Öyleyse bakalım her bir maddede hedefleyebildiklerimi ne kadar yapabilmişim ve karşıma beklenmedik neler çıkmış.
Beslenme
Hafta içi her gün alışkanlığım olan tost kahvaltısını bazen haşlanmış bazen yağda yumurta, bazı günler yoğurt-müsli-meyve ve bazı günler yine tost şeklinde değiştirerek yapmaya başladım. Normalde pek aram olmayan beyaz peynir ve aceleden atladığım domates-salatalık ikilisini bolca tüketmeye gayret ettim. Kafein miktarını azaltmak için kendimi günde bir bardak çay ve bir bardak kahve ile sınırladım, tabii ki en büyük boy bardaklardan 😛
Ayrıca madem evdeyim, o zaman normal su içeceğime detoks suları hazırlayıp onlardan içeyim diye düşündüm. Elbette yeme içmeye zaman ayırma konusunda son derece üşengeç biri olarak en basit tariflerden ileri gidemedim ve salatalık-limon-maydanoz, tarçın-karanfil, nane yaprağı-elma-portakal suyu karışımları ile sınırlı kaldım. Ama benim için bu da bir adımdı 🙂
Hem kahvaltıları ve detoks sularını hazırlamak vakit aldı, hem de evdeki buzdolabı en küçük boy olduğundan malzemeler için neredeyse her gün markete gitmem gerekti. Nedense Almanya’da günün her saati marketteki kasa kuyrukları insanı bezdiren cinsten, ben sadece benim şimdiye kadar gidebildiğim iş çıkışı saatleri ve hafta sonunda kalabalık oluyor sanıyordum. Sonuçta güne birazcık daha sağlıklı bir başlangıç yapabilmek için biraz mesai harcamış oldum.
Fotoğraf Arşivleri
Benim gibi düzenli olmayı sevince ve fotoğraflar da yaşadığınız güzel anlardan size kalanlar olduğu için önem verince albümlerinizi ‘Iphone 2018’ veya ‘Antalya tatili’ gibi genel isimlerle kaydetmek istemiyorsunuz. Ben mesela iphone fotoğraflarımı her yıl için Ben, Aşkım, Aile gibi klasörlere ayırırım ve geri kalanları da tarih – isim şeklinde adlandırarak klasörlerim. Klasör ismi tarihle başlayınca (yıl-ay-gün) o yılın klasörünü açtığımda yaptığım tüm aktiviteleri sıralı görüyor olurum.
Tabii bu olmasını istediğim ve yapmaya çalıştığım durum. Gerçekte buna vakit ayıramayınca ise telefon hafızası doldukça ‘Iphone ilk 3 ay düzenlenecek’, ‘Königssee fotoları elenecek’ gibi mecburi klasörlerle bilgisayarı çöplüğe çevirmişim 🙂
Gezilerde ise fotoğraf makinesi ve telefonla çektiklerimi iki ayrı klasöre ayırıyorum, ama gezi sırasında fotoğraf makinesinden telefona fotoğraf aktardığım ve sosyal medyada paylaştığım için telefondaki her fotoğraf telefon fotoğrafı olmayabiliyor 🙂 Öyle olunca aynı fotoları çiftlememek için bilgisayarda sürekli kaynak bilgisine bakıp iphone klasöründe kameradan aldıklarımı silmem gerekiyor. Sonra aynı pozdan 50 tane çekilmiş ve onları azaltmak gerekiyor, gözü kapalı olan veya berbat çıkanları silmek var, karanlıkların rengini açmak lazım derken fotoğraf sevdası ömür tüketebiliyor.
Evde olduğum 2 ay boyunca fotoğraflarımı düzenlemek adına o kadar mesai harcadım ve daha yapmam gereken o kadar çok iş var ki; bundan sonrası için kendime öğütlerim: 1. Bu işi bu kadar biriktirme, ayda bir filan ufak ufak yap. 2. Az gez ve az fotoğraf çek 😛

Fotoğrafları çekip orada burada paylaşmak keyifli ama çekim için kendini ve ortamı hazırlamakla iş bitmiyor. Çünkü çekilenleri arşivleyecek hale getirip düzenlemek ciddi mesai gerektiriyor.
Blog Yazıları
Aslında benim en çok vakit ayırmak istediğim kısım elbette burasıydı, ama bir önceki maddede anlattığım fotoğraf olayıyla blog yazılarının biraz paralel gitmesi gerekebiliyor; yoksa güzel bir gezi yazısı yazıp 5 tane fotoğraf eklemek istiyorum ama karman çorman albümler içinde o 5 fotoğrafı bulmak saatler alabiliyor.
Sonuçta 2 ay içinde bloga 7 yeni yazı ekleyebilmişim. “Aa çalışmadığın bir süre için az değil mi?” diye düşünebilirsiniz, ben de en başta öyle düşündüm. Ama şöyle bir durum var; birincisi yazmış olmak için asla yazmam ve o yüzden dopdolu görünen ama aslında içi bomboş olan bir blogum olmasını istemiyorum. İkincisi ise aslında yazıları neredeyse yalnızca ilk ayda yazabildim, çünkü ikinci ay birazdan anlatacağım maddelerle dolu geçti.
Bu 2 ayın sonunda ‘aramıza katılan’ yazılar şöyle, ilginizi çekene buyrun:
2018 Gezi Özetim: En Çok Gezmeli Yıl
Filipinler Tatil Fiyatları: Filipinler Gezisi Ne Kadar Tutar?
En Güzel Viyana Kahve Evleri: Viyana’da Nerede Ne Yenir?
İzlanda Tatil Fiyatları: İzlanda Gezisi Ne Kadar Tutar?
Yeni yazılar en çok sorduğunuz sorulara ve o sezonun tatil trendlerine göre gelmeye devam edecek tabii 😉

Blogda İzlanda bölümünü açıp ilk yazısını ekledim, en çok merak edilen ‘kaça patlar’ sorusuyla başladım tabii.
İstanbul Ziyaretim
Özellikle instagram hesabımı takip edenlerin bildiği üzere İstanbul’a mümkün olduğunca sık gidip gelmeye çalışıyorum. Böylece ailemden ve doğup büyüdüğüm şehirden uzun süre ayrı kalmayarak ‘gurbette olma’ bunalımlarını yaşamıyorum.
İstanbul ziyaretlerim, Almanya’da yaşadığım 3 yıldır neredeyse her zaman Cuma akşamı gidiş ve Pazar gece (veya Ptesi sabah erkenden) dönüş şeklinde oldu, sanırım yalnızca bir kez 1 gün daha uzun süreliğine gitmiştim. Şimdiyse tam 10 günlüğüne gidecektim, nasılsa işim gücüm yoktu 🙂
Öncelikle uçak biletinin fiyatı konusunda hayal kırıklığına uğradım, istediğim günün istediğim saatinde alma özgürlüğüne sahip olduğum için Cuma akşam – Pazar akşam kombinasyonundan ucuza gelir sanmıştım.
Aslında gün konusunda özgürlüğüm pek yokmuş; çünkü hem annemin doğum gününü kapsasın, hem annem öğretmen ve kardeşim öğrenci olduğu için onların daha müsait zamanı olan sömestir tatiline denk gelsin, hem sonrasında yapacağım tatille arasında vakit kalsın ki hazırlanabileyim, hem taşınma tarihimizden öncesine gelsin derken ortaya aşağı yukarı tek bir zaman aralığı kaldı. Günün hangi saati olduğu ise nedense fiyat konusunda bir avantaj sağlamadı, zaten Münih-İstanbul biletlerinin fiyatları artık ilk taşındığım 2 – 3 yıl öncesine göre hep çok yüksek.
Neyse, sonuçta bileti aldım. Gitmeden birkaç gün önce hafif bir nezle başladı bu arada, burnum filan aktı biraz. Geçer diye üstünde durmamam ise hata imiş, çünkü İstanbul’da olduğum 10 günü ‘sesim kısık ve burun çevrem dolu, ama tam da grip değilim’ şeklinde halsiz geçirdim 🙁
Hele ilk günler sesim komple gitmişti, aksi gibi bu hastalık olayım başlamadan yakın arkadaşlarımla buluşma ayarlamıştım ve yaklaşık 10 kişi iş çıkışı benim için Gayrettepe’ye gelecekti. Arkadaşlarımı görmeyi çok istediğimden ve ‘hadi bir hafta sonra yapalım’ dersem bazılarının gelemeyeceğini bildiğimden görüşmeyi iptal etmedim. Bol sohbet muhabbetli güzel bir akşam geçirdik ama benim zorlamaya devam ettiğim boğazım bana komple küstü ve sonraki günlerim biraz daha zor geçti.
Bu hastalık durumu yüzünden hep istediğim “İstanbul’u hafta içi gezme keyfi”ni ne yazık ki yapamadım, normalden uzun süre uyuyup dinlenerek toparlanmaya çalıştım. Halbuki özellikle daha önce gitmediğim müze ve sergileri gezmek istiyordum. İstanbul ziyaretim için en üzüldüğüm kısım bu oldu, yeni işe başladıktan sonra izin alıp gelirim artık ne yapalım. Doktor olan ağabeyim de nöbetlerini ayarlayamadığı için Kırklareli’den gelemedi ve onu göremediğime de üzüldüm.
Tabii ki halsiz durumuma rağmen mutlu olduğum şeyler yapmaya fırsat bulabildim. Hatta bir sürpriz bile eklendi ve O Ses Türkiye yarışmasının çekimlerine gittim 🙂
Lisede okuyan kardeşim, okulundan bir arkadaşının ayarlamasıyla O Ses Türkiye’ye gideceğini söyleyince “Ben de gelebiliyor muyum?” diye hemen dahil olmaya çalıştım ve başardım. Çeyrek final çekimleriymiş ve hangi adayın yarışmaya devam edeceğine oylama butonlarıyla stüdyodaki konuklar karar veriyormuş, öyle olunca yarışmacı birkaç insanın geleceği hakkında da giderayak söz sahibi olmuş olduk 🙂
Çok eğlenceli geçtiği halde yayınlanınca televizyonda hiç görünmemişim, halbuki Murat Boz ile Hadise’nin tam arkasındaki ilk sıraya oturmuştuk kardeşimle. Acun Medya ekibine teessüflerimi iletiyorum.
O Ses Türkiye’ye gitmek bonustu, asıl istediğim annem ve kardeşimle daha çok vakit geçirmeyi başarabilmek beni en mutlu eden şey oldu. Mesela anneme kaban ve kışlık ayakkabı gibi şeyler lazımmış ama tek başına gitmek istemediği için hep erteliyormuş. Ama bir yandan da giydiği kabanı eskidiği için yenisini alamadığına üzülüyormuş (kıyamam 🙂 ). Tam üç gün saatlerce dolaşarak ona istediği şeyleri bulduk, hatta arada kardeşim de bize katıldı ona da ufak tefek bir şeyler aldık. Daha önemlisi yorulduğumuzda ‘kız kıza’ pastanede pasta yiyip çay içtik filan benim için hasta halimle yorucu olduğu halde çok keyifliydi.
Kim nereye isterse peşine takıldığım için annemin doğum gününde çalıştığı okula gidip öğretmen arkadaşlarıyla tanıştım. Anneme doğum günü için lahmacun hazırlayıp pasta almışlar, annem benim de kutlamalara katılmama çok sevindi. Ben de bu bahaneyle lahmacun gibi epeydir uzak kaldığım bir lezzeti yeniden mideye indirme mutluluğuna eriştim 🙂 Doğum günü akşamına ise hem annemin hem babamın çok sevdiği Ata Demirer’in Ata Demirer Gazinosu şovu denk gelmişti, bizimkilerin böyle etkinliklere gitme huyu olmadığından ben bilet alıp hep birlikte gidince onlar için değişik, benim içinse ailemle birlikte bir şeyler yaptığım için mutlu bir akşam oldu.

Ata Demirer’in canlı performansını ilk defa izledim, annemin doğum gününe denk gelmesi süper tesadüf oldu.
Ayrıca annemle pazara ve akraba gezmelerine gittim, her ikisini de uzun zamandır yapmamışım. Örneğin anneannem bana ve eşime hep işlerimiz yolunda gitsin diye dua ediyormuş, elini öpüp teşekkür edebilmek güzeldi. Tabii ev oturmalarının vazgeçilmezi çay-kuru pasta-börek kombinleri de keyfime keyif kattı 🙂
Annemin mutlu olması için son olarak bilgisayarda word ve excel ile ilgili öğrenmek istediği basit şeyleri ona gösterdim, ben kısa sürer sanıyordum ama annem bilgisayar dünyasına çok yabancı olunca öğrenmesi biraz vakit aldı. Öğrenci gibi notlar alıp çalışması çok tatlıydı, sanırım 4 akşam çalıştık ve sonunda iyi yol kat ettik. Tabii benim kısık sesim ve ağrıyan boğazımla bir şeyler anlatmam zorlayıcıydı, yine de başka zaman vakit ayırmam zor olduğu için halletmeye çalıştık.
Annem dışında kardeşimle de mümkün olduğunca çok vakit geçirdim ve 16 yaşında olduğu için artık çocuk değil genç kız olarak benimle gezmesi ayrı keyifli oldu. Mesela arkadaşlarımla buluştuğum zaman benimle geldi ve muhabbetlere katıldı, alışverişe gittiğimizde ise bana neyin yakışıp yakışmadığı hakkında yardımcı oldu. Aramızda 15 yaş olunca böyle bir uyum yakalayabileceğimizden birkaç yıl öncesine kadar emin değildim, yakalayabilmemiz harika bir duyguydu.

Hastalıktan evden çıkamadığım zamanlarda Türk filmi keyfi yaptım, televizyon izlemeyeli 100 yıl olmuş. “Ben büyüğüm ben, Yaşar Usta!”
Vee, elbette kendimi de kılık kıyafet konusunda biraz donattım. Sonuçta Ocak ayı olduğundan her yerde kışlıklar vardı ve ben de kışı uzun olan Münih’te yaşıyordum. Çeşit çeşit atkı, bere, kazak, mont, çizme gibi canım ne istediyse aldım ve fiyatını çok önemsemedim. Kredi kartımın limiti dolunca ara ödeme yapıp limitini açtım ve devam ettim, tüketim çılgını olmak eğlenceliymiş.
Bu arada, hadi ben bir kereliğine vaktim var ve hiçbir şeyi düşünmeden takılacağım diye kendime böyle bir ayrıcalık tanıdım ama güya geçim sıkıntısının yaşandığı Türkiye’de hafta içi gündüz saatlerinde bile kasalardaki o kuyruk neydi ve o saatte dışarıda olduklarına göre çalışmayan bu insanlar nasıl bu kadar alışveriş yapabiliyorlardı hiç aklım almadı. İçlerinden bu yazıyı okuyan olursa çalışmadan zengin olma sırlarını benimle lütfen paylaşsın, merakla bekliyorum 🙂

Bol bol alışveriş yaptım, neleri Türkiye’den neleri Almanya’dan almak mantıklıymış artık daha iyi biliyorum 🙂
Güney Amerika Tatili
İstanbul’dan döndükten sonra Almanya’da bir günüm vardı ve ertesi günün akşamı eşimle tatile çıkacaktık. Son birkaç aydır titizlikle gezi planı ile tüm detayların üzerinde çalışmıştım ve tam da hayal ettiğimiz gibi sıcak yerler olan Buenos Aires – Iguassu Şelaleleri – Rio de Janeiro tatili yapacaktık. Güney Amerika’ya ikimiz de ilk defa ayak basacağımız için heyecanlıydık.
Aradaki bir günde geçmeyen hastalığım için hemen doktora gittim, İstanbul’da hem sigortam olmadığından hem de geçer diye umduğumdan doktora gitmeyi ertelemiştim. Hayatımda ilk defa kulak-burun-boğaz doktoruna gitmiş oldum ve nedense bir bakteri enfeksiyonu nedeniyle sinüslerim iltihaplanmış.
Doktor hemen burun spreyiyle birlikte antibiyotik verdi, ki Almanya’da doktor size antibiyotik yazıyorsa gerçekten baya hastasınızdır 🙂 Ertesi gün uzun uçak yolculuğum olduğunu söyledim, uçaktaki basınç değişimleri hastalığım sebebiyle bir önceki gün İstanbul’dan dönerken kulaklarımı çok zorlamıştı. Doktor “Gitmesen daha iyi olur, tavsiye etmem” deyince ‘hay böyle şansın’ diye düşündüm, o kadar para verdiğim tatili elbette iptal edemezdim ama zaten uzun olan Arjantin yolculuğu demek ki benim için daha uzun geçecekti.

Hem alışveriş, hem yeni evimizde kullanmak üzere sakladığımız mutfak eşyaları, hem de annemin kek ve börekleri eklenince İstanbul’dan elim kolum acayip dolu halde döndüm.
Meğer henüz gerçek şanssızlıkla tanışmamışım.. Antibiyotiğimi içip tatil için eşyalarımı hazırladım ve ertesi gün eşimle havaalanına gittik. Check-in için gittiğimizde oradaki görevli önce biletlerimizi sistemde bulamadı. Bir dakika içinde ise durumu anlamıştı, eşimle ikimizin hayat boyu unutamayacağımız şekilde yüzümüze bakıp “Buradaki yanlışlığı fark etmediniz değil mi?” diye üzülerek sordu. Biz anlamadık, elimizde rezervasyon çıktımız vardı ne yanlışlığı olacaktı?
İnanması güç bir şekilde gidiş uçuşunu o günün tarihi olan 30 Ocak yerine bir ay öncesine almışım, sonra da hiçbirimiz fark etmemişiz ve ‘uçağınız check in için hazır’ vs gibi bir yanlışlık olduğunu fark etmemizi sağlayacak herhangi bir email bile gelmemiş. Sonra gidiş uçuşuna binmediğimiz için otomatik olarak dönüş biletimiz de geçerliliğini kaybetmiş..
Ne denebilir ki? Onca emek, para, hayal sonucunda elde kocaman bir sıfır vardı ve Arjantin’e doğru yola koyulmayı umduğumuz saatlerde geri eve dönmüştük bile. Tam o önceki yazılarda anlattığım iş bulmadan istifaya karar verme sürecim, yeni iş başvuruları ve mülakatlarla dolu çok yoğun bir dönemde almıştım biletleri, üstelik şimdiye kadar hiç bahsetmediğim sağlık sorunlarım vardı ve iki farklı ameliyat olmuştum. Kafam o kadar çalışabilmiş demek ki, veya çalışamamış işte.

Kulak-burun-boğaz doktoruna ilk defa gittim, sadece Almanya’da mı böyle bilmiyorum ama ortam biraz korkunçluymuş.
Önce tabii ki kendime ve aptallığıma çok kızdım, ama sonra böyle bir hata yapabilecek kadar yorulduğum bir dönem geçirdiğim için üzüldüm. Zor zamanlar geçirirken ‘hayallerimin peşinden koşmaya’ biraz ara vermeliydim belki, “Önce ortalık bir sakinleşsin, sonra tatil planı yapıp uçak bileti alayım” demeliydim. Her zaman aynı koltuğa 3 – 5 karpuz sığdırmaya çalışınca karpuzlardan biri böyle yere düşüp patlayabiliyordu çünkü.. Sonunda ‘insanlık hali’ diyerek kendimi yıpratmamam gerektiğine eşim beni ikna etti, ben de sağlık olsun dedim.
Havaalanındaki ilk şokumuzun üzerinden birkaç dakika geçince bu an’ımızı kaydetmemiz gerektiğini düşündük ve aşağıdaki videoyu çektik. Daha doğrusu ben utancımdan pek bir şey söylemek istemedim ve eşim çekti. Instagram storylerde paylaşınca o kadar çok mesaj geldi ve özellikle birbirimizi yıpratmadığımız için öyle güzel şeyler söylendi ki videoyu buraya da ekliyorum.
Eşimle birlikte sakin kafayla ne yapacağımızı düşündük, gidecek miydik vaz mı geçecektik? Sonunda paranın hayallerimizden önemli olmadığına karar verdik; eşim işinden izin almış ve planlamasını öyle ayarlamıştı, ben ise yeni işe başlayacağımdan belki birkaç ay bir yere gidemeyecektim. Hem çantalarımızı bile hazırlamıştık ve gitmezsek yanacak olan iki tane ara uçuş biletimiz de vardı, neyse ki onların tarihlerini doğru alabilmiştim!
Karar verdik; bir sonraki gün için aynı biletleri tekrar alacaktık. Elbette yanlış olan bileti 30 Aralık tarihli yılbaşına gelen bilet olarak aldığımdan zaten pahalıya almışım, yeni bileti ise bir gün sonrasına alınca yine son derece pahalı oldu. Bileti aldığımız şirketi arayarak biraz iadeler almayı başardık ama sanırım sonuçta bu yanlışlık macerası yüzünden 1000 Euro kadar paramız buharlaşmış oldu.
İyi yönünden bakmaya çalışırsak (iyi yönü yok da hadi zorla bulmak istersek diyelim), bu kadar pahalıya geldiği için artık tatilden daha çok keyif almamız gerekiyordu 🙂 Eh, sonuçta da öyle oldu ve iyi ki gelmişiz diyebileceğimiz bir tatil geçirdik. Planladığımızdan bir gün geç gidince günübirlik Uruguay gezisini programdan çıkardık, onun dışında yapmak istediğimiz her şeyi yaptık. Güney Amerika gezi rehberleri yakında sizlerle 😉
Taşınmamız
Benim 2 aylık plandaki en son ama en yorucu maddeye geldik, 3 senedir yaşadığımız 30 metrekare stüdyo evden çıkıp iki insan için aşağı yukarı alıştığımız büyüklükteki 2+1 evimize çıkacaktık. Hem de yeni ev benim yeni işime yürüme mesafesindeydi!
Buradaki ilk sorun, oturduğumuz evi eşyalı tuttuğumuz için bizim eşyamızın olmamasıydı. Bu konuyla büyük oranda eşim ilgilenip çamaşır makinesi, ütü, elektrik süpürgesi gibi ilk etapta bize lazım olacak şeyleri almış, internet gibi Almanya’da bağlatması sıkıntılı olabilen işler için zamanında randevu ayarlamıştı. Yani ben tatil planlarını, o ev ve eşya ile işleri üstlenmişti. Neyse ki benim tatili elime yüzüme bulaştırmamın aksine o, taşınmayı güzel organize etmişti.

Bir yıl tek başıma ve iki yıl eşimle birlikte oturduğumuz, aşırı küçük olduğu halde çok sevdiğimiz evimizle böyle vedalaştık.
Ama taşınma konusunda benim için bir sorun daha vardı, iki gün önce ameliyat olmuştum. Biraz önce söylediğim gibi senelerdir devam eden sorunlar yaşıyorum, sonuçlanınca bu konuyu ayrıca anlatırım. İşe başlamadan halletmem gereken bir konuydu çünkü başlar başlamaz rapor almak istemiyordum, e taşınmayı da iptal edemezdik. Öyle olunca yine her şeyi aynı anda yapmak dışında çare kalmamıştı.
Sinüslerimi açan antibiyotik tedavisinden bir hafta sonra bu sefer de ameliyat sonrası antibiyotiğine başladım, ilaç kullanmaya alışık olmadığımdan arka arkaya biraz fazla geldi. Taşınma işleri arasında pek oturup dinlenme şansım yok diye gün içinde beni idare etmesi için normalde asla kullanmadığım halde ağrı kesici bile aldım. Eşim de bana bir şey olmasın diye normalden daha fazla iş üstlendi, çok yoruldu.
İkimiz birden sürekli internetten ilan takip edip Almanya’daki en bilinen ikinci el sitesi olan Ebay Kleinanzeigen’dan ihtiyacımız olan masa, yatak, komodin gibi pahalı olabilecek büyük kalemleri bulmaya çabaladık. Bulunca insanlarla iletişime geçip anlaşmaya çalıştık ve anlaşabilince adrese gidip eşyaları teslim aldık. Ben son derece güçsüz halde olduğum için özellikle büyük eşyaları taşımakta zorlandım tabii.
Örneğin yenisi 500 Euro tutan yatak ve komodinden oluşan yatak odası takımını 150 Euro’ya aldık, her türlü 100 Euro’nun üstünde fiyatları olan çalışma masasını bedava bulduk, aynalı banyo dolabını 20 Euro’ya aldık gibi. Bir kısım dolapları da evin önceki kiracısından yine ikinci el almıştık yani çıkarken evin içinde bırakmışlardı. Dolapları söküp taşımadıkları için onların ve ucuza aldığımız için bizim işimize gelmişti.
Bulamadığımız birkaç eşyayı evimizin her şeyi IKEA’ya gidip artık mecburen ‘parası neyse’ verip aldık sonunda. Tabii markete gider gibi tek seferde liste yapıp alınmıyor; aa şu da lazımdı, hadi bu da olsun derken sanırım 3 kez gitmemiz gerekti. Bana şifonyer ve eşime elbise dolabı dışında küçük şeyler aldık neyse ki. Evin temizliği, eşyaları yerleştirmesi derken ben işe başlamadan 2 gün önce komple her şeyi anca bitirebildik.

Yeni yazıları size ulaştırmak için vaktimin büyük kısmını geçireceğim (ve şu anda oturduğum) masamı ise salona kurduk, bir tane masa da eşim için var. Benim bu masayı bedavaya bulduk 🙂
Sonuçta çalışmadan geçirdiğim 2 ay, yine bir şeylerle dopdolu geçti; ama bu sefer zamanımı dolduran şeylerin tamamına ben karar verme lüksüne sahiptim. Elbette 2 hafta kadar süren sinüs iltihabı ve arkasından gelen ameliyatla birlikte geçirdiğim yorucu zamanlar sebebiyle yapabildiklerim biraz azaldı. Ona rağmen benim için çok farklı ve keyifli bir tecrübe oldu, umarım hayatı benim gibi hızlı geçen herkes kısa süreliğine de olsa benzer bir şey yaşamayı deneyimleyebilir.
Şimdi ‘gerçek hayata’ geri döndüm ve Münih’teki yeni işime başladım, yepyeni zorluklar arasında yine kendime bir yol çizmeye çalışıyorum. Tabii bir yandan sevdiğim şeylere her zamanki gibi devam ediyorum, bu yazıyı hazırlayıp sizlerle paylaşmam da sanırım bunun bir göstergesi 🙂 Yeni işimle ilgili tecrübelerimi yeterince zaman geçirip ortamı anladıktan sonra ayrıca paylaşacağım.
Almanya’da geçici işsizlik keyfi yazımı beğendiyseniz sosyal medyada paylaşmayı, yeni gelişmelerden haberdar olup yeni yazılarımı kaçırmamak için Hayat ve Seyahat’in aşağıdaki hesaplarını takip etmeyi unutmayın! 🙂
Instagram: hayatveseyahat
Facebook: Hayat ve Seyahat
Twitter: hayatveseyahat
0 Yorum